Sunday, May 20, 2012

Avrupa borç krizi derinleşiyor

Avrupa borç krizi derinleşiyor ABD ekonomisindeki görece olumlu durum, belki daha sert bir düşüşü önlemekte. Avrupa yakasında ise olumlu bir gelişme beklentisi neredeyse sıfır ve bunun yannda AB Merkez Bankası da biraz amatörce bir sessizlik içerisinde. FED’in gösterdiği açık ve belirgin yaklaşımı gösteremeyen ve çoklu devletlerden oluşan bir Merkez Bankası olmanın zayıflığını açıkça belli eden bir görünümde ECB. Şu an için sermaye piyasalarına olan etkisi oldukça sert hissedilen borç krizi daha da artıp, likidite ve mevduat krizine dönerse işimiz çok zor olacaktır. Olası bir güven krizi mevduat krizini tetikleyecek ve bankacılık sektörü ile başlayacak bir reel sektör krizini tetikleyecektir. Zaten Baltık Dry Endeksi son 2 aydır hiç te olumlu sinyaller vermiyor; hele son iki hafta içler acısı. Krizin merkezinde Avrupa var. Kriz temel olarak 3 kısımdan oluşuyor kanımca. Öncelikle bir güven krizi var. Bu krizin iki ana ayağı var. Yunanistan ve Hollande. Bilindiği gibi Yunanistan AB ve IMF ile anlaşarak borçlarının önemli bir kısmını sildirtmiş ve alınacak önlemlere koşut mali destek sağlamıştı. Ardından yaşadığı seçim sonrası hükümet kuramayan Yuanistan 17 Haziran’da yeniden sandığa gidiyor. Bu kez sandıktan tüm anlaşmaları iptal edeceğini beyan eden bir partinin zaferle çıkacağı nerede ise mutlak. Bu durum tam bir güven bunalımı yaratıyor. Yunanistan’ın Avro Birliğinden çıkması ciddi olarak gündemde. Hatta Fitch notu CCC’ye indirdi bile. Yunanistan’ın Avro Birliği’nden çıkması konusunda bir çok yorumcu bence şu hataya düşüyor. Hata ise Yunanistan’ın birlikte kalması ya da çıkmasının birliğe maliyetine göre karar alınacağı yaklaşımı. Kimse Yunanistan’ın maliyet ne olursa olsun karar alabileceğini ya da Yunanistan için kendisi açısından birlikten çıkmanın daha az maliyetli olacağını hesaplıyor olması ihtimalini göz ardı ediyoruz. Kısaca Yunanistan saatli bir bomba, kesinlikle patlayacak ve fünyesi bulunsa da devreden çıkartılamayacak bir bomba. Sadece sayaç ne gösteriyor onu bilmiyoruz. Bence ikinci önemli güven bunalımı ise Merkel-Hollande uyumu ya da uyumsuzluğu. Bakış açısına göre değişir. Avrupa Mali Paktına imza koyan bir Sarkozy’nin aksine, paktı tartışmaya açmaya ya da halka götürmeye kararlı görünüyor. İki büyük ülkenin, büyük anlaşmazlığı birliği nereye götürür onu kestirmek çok zor. Krizin ikinci ve ana bölümü ise bankacılık sorunları. İspanya ve İtalya bankacılık sistemi çatırdıyor. İspanya Bankia’yı kamulaştırarak bir ilke imza attı. Öte yandan İspanya’nın aldığı önlemler piyasaları mutlu etmiyor. İspanya halkı da mutlu değil, tam bir açmaz. Moodys 16 İspanyol ve 26 İtalyan bankasının notunu düşürdü. Tahvil faiz oranları artıyor. Birkaç ay önce bankacılık sektörünün iyileştirmesinin maliyeti 150-200 milyar Avro olarak öngörülüyordu. İspanya’da sadece 1 bankanın 10 milyar sermaye ve 30 milyar likidite ihtiyacı olduğu görülünce hesabın yanlışlığı ortaya çıktı. Tüm bu sorunları ve açmazları yakından takip eden mevduat sahipleri ise normal tepkiye başladılar. Mevduatları çekerek güvenli liman olan Dolar, ABD, Almanya ve Japonya tahvilleri ile olası Altın alımlarına başladılar ya da başlayacaklar. Bu durum artan hızla devam eder ise bankalar yükselen faizler ve bozulan ekonomi ile artan batık kredi ve çekilen mevduat ile beraber kıskaca girebilir. Bu durum sermayelerin erimesine ve kırılmalara sebep olur ve batışlar başlar. Krizin bence son ama önemli bir ayağı da gelişmekte olan Pazar ekonomilerindeki durum. Çin ve Hindistan gibi %10 ortalamalar ile ve Rusya, Malezya ve Türkiye gibi %6-7 ortalamalar ile dünya büyümesini destekleyen ülkelerde beklenen performanslar görülmüyor. Çin’de hammadde talebi ve konut fiyatları düşüyor. Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin ticaret hacmi düşmekte. Bu durum dünya ticaretini ve mal borsalarını doğrudan etkiliyor. Petrol ve Bakır fiyatlarındaki düşüş bu talep düşüşüne bağlanmakta. Yunanistan ile başlayacak bir Avro Birliği çözülmesi Portekiz, İrlanda ve İzlanda hatta İspanya gibi devletlerce takip edilebilir. Tam bir domino etkisi. Bu durum AvroDolar paritesinde 1.15 seviyelerinin altını göreceğimiz hareketler başlatabilir. Bu durum sepet yaklaşımı kullanan ve hedge mekanizması olmayan tüm şirket ve ülkeleri zor duruma sokacaktır. Sıcak para güvenli limanlara kaçacak ve tam bir likidite krizi kapıyı çalacaktır. Peki tüm bu olumsuzluklara karşın yapılabilecek birşeyler yok mu? Aslında tüm yük merkez bankalarının üzerinde bence. Krizi hafifletecek hatta tersine döndürecek yaklaşım merkez bankalarından gelmeli. Öncelikle bankacılık sistemine güveni tesis edecek parasal genişleme sağlanmalı. ECB tahvil alımları ve FED Q3 parasal genişlemeyi yapmalı. Ülke merkez bankaları ise daha destekçi olmalı ve likidite artmalı. Benim şahsi görüşüm kemerler biraz gevşetilmeli, piyasalara kamu desteği gelmeli yani devletçilik yaklaşımı kullanılmalı ve harcamalar artırılarak piyasa canlandırılmalı. Sadece kemer sıkarak bir yerlere varmamız zor görünüyor. Eğer doğru ya da yanlış herhangi bir adım atılmaz ise piyasa zaten tek başına bırakıldığı hissi ile çöküşe başlamak üzere. Piyasa sahipsiz kalmayı istemiyor. Belki de tam liberal özel sektör yaklaşımından biraz devletçi, kamusal yaklaşıma geçme zamanı geldi. Özel sektör iyi durumda acımasız ve karlı olabiliyor fakat krizlerde devletten isteme ve yükü halkın üzerine bırakma geleneği terk edilmiş değil. Saygılarımla