Saturday, December 11, 2010

Bazı kentlere yağmur yakışır.

Bazı kentlere yağmur yakışır. Örneğin zaten kaderi olan yağmur, gerçekten çok yakışır Londra'ya. Her gidişimde zaten çok da garip olmayan bir şekilde, yağmurla karşılaşırım. Bazen hafif ve kısa, bazen onların duş gibi dediği, bardaktan boşanırcasına. Her ne şekilde olursa, olsun sokaklar boşalmaz, caddelerde su birikintileri ya da çamur olmaz ve şehrin güzel yüzü parıldar. Bence Köln ve Strasburg'a da yağmur yakışıyor. Sanki her iki şehrin de dome'ları, (Katedral) göğü delmişlerü de o boşluktan yağmur akıyor gibi hissedersiniz. Tipik bir Cafe Francais masasında veya Haupt Bannhoff kapısında büyük bir zevkle seyredebilirsiniz kalabalığı. Herhangi bir telaş veya hayatın akışında değişiklik olmaz. Yağmur doğal bir şekilde girer o anki akışına zamanın ve kendini uydurur. Rahatsızlık vermez insanlarına.

Bence İstanbul'a da yakışıyor yağmur. Galata Köprüsü'ne, Sultanahmet Meydanı'na, Nişantaşı'na, Caddebostan sahile. Fakat insanları bir telaş alır yağmur yağdığında, bir koşuşmaca ve en önemlisi keyif almaktansa bir tedirginlik kaplar suratları. Bu tedirginlik yağmurdan değil de sonuçlarından olsa gerek. Zira İstanbul tüm ihtişamına, büyüklüğüne ve zenginliğine rağmen, biraz uzun veya biraz yoğun bir yağmura teslim olur; teslim olduğu gibi Bizans'ın Fatih Sultan Mehmet'e. Bazı şehirlerde ne kadar şiddetli olsa da güzel olan yağmur, İstanbul'da bir kabusa dönebilir. Bu durum hepimizde bir olumsuzlama yaratmıştır ister, istemez. O nedenle yağmuru suçlarız hemen. Kendimizi ya da şehri yönetenleri değil.

Herşeye rağmen, severim yağmurlu günlerini İstanbul'un. Hemen sokaklara atarım kendimi. Bugün de o günlerden biri ve ben yine sokaklardayım. Ve inadına zevk alacağım yağmurlu günlerinden İstanbul'un.

No comments:

Post a Comment