Tuesday, December 14, 2010

Hepsi bir arada, hepsi 200 metre çap içinde.


İstanbul'lu olsun olmasın herkes Tophane'yi bilir.  Daha çok nargile kahvehaneleri ve kabadayıları ile.   Ne hikmetse tömbekileri Arap ülkelerinden gelen nargilelerin tüttürüldüğü o kahvehanelerden dönüşmüş cafe'ler ile özdeşleşmiştir bu semt. Aslen nargilenin,  ne Türk ne Osmanlı ile doğrudan bir ilişkisi de yoktur da, neyse.  Ben sizlere Tophane'nin başka yönlerini anlatmak istiyorum.  


Osmanlı'da toplar büyük, kubbeli, kagir, bol bacalı ve içinde su sarnıçları olan tophanelerde üretilirdi.  İstanbul'ul fethi sonrası Fatih Sultan Mehmet buraya Tophane-i Amire'yi kurdurdu.  Ve evet Tophane adı buradan gelmektedir.  Bina hala tüm ihtişamı ile duruyor ve hali, hazırda müze olarak düzenlenmiş durumda.  Bu ihtişamlı bina, Sultan 1. Mahmut tarafından 1732 yılında  yaptırılan Tophane meydan çeşmesine bakmaktadır.
 Bu güzel ve nadide çeşme ise Koca Sinan'ın eseri Kılıç Ali Paşa Camii'in minarelerinin altında gölgelenir.  Kılıç Ali Paşa Hamamı ise sakine ve güzel yapısı ile Camii arkasına adeta saklanmıştır, bir de orada bulunan otoparka.




Bu muhteşem üçlü orada duruverir asırlardır ama birçoğumuz gidip bakmamışızdır şöyle gerçekten görerek.   Tophane-i Amire'yi solunuza alıp şöyle 150 metre yürürseniz bir başka güzellik çıkar karşınıza.   Nusretiye Camii,  2. Selim tarafından 19. YY da yaptırılan camii, geçirdiği yangından sonra,  2. Mahmut tarafından yeniden yaptırılmıştır.  Mimarı Krikor Balyan olup, kubbesinin yerden yüksekliği 33 metre ve çapı 7.5 metredir.




Daha fazla yazarak sizleri sıkmak istemiyorum.  En iyisi fotoğraf ve kısa bir film  ile sizleri yalnız bırakayım.  Ve lütfen çocuklarımıza öğretelim, görerek baksınlar.














































No comments:

Post a Comment